HAFIZ
SAKAL: Sayın
Jules Armstrong Gagarin, yeni yayınlanan ve
hatıralarınızdan muhtelif Ay Hatıraları "Biz
hiç aya gitmedik ki!" diye başlıyor. "Biz
derkenkimden, "hiç aya gitmedik ki! Derken neden
sözediyorsunuz? Açabilirmisiniz?
JULES
ARMSTRONG GAGARIN: "Biz", derken, insandan,
insanoğlundan söz ediyorum ve "hiç aya gitmedik
ki'" derken, aya gitmediğimizden, insanoğlunun
hiç aya gitmediğinden söz ediyorum.
H.S.: Nasıl yani?
Siz şimdi aya...
J.A.G.: Evet aynen öyle. Hem benim hem
de tüm insanlığın aya henüz gitmediğini
söylüyorum ben. Ben, tarihe aya giden ilk Türk olarak
geçmeme rağmen söylüyorum bunları.
H.S.: Tuhaf
doğrusu. Tarihi yalanlamış olmuyor musunuz? Tarihi,
bilimi, teknolojiyi...
J.A.G.: Ben kimseyi yalanlamıyorum,
hiç birşeyi yalanlamıyorum ben. Aya gidilmedi diyorum,
o kadar. Yani gitmek fiilini düşünerek söylüyorum
bunları. Gitmek, yani
bir amaç doğrultusunda bir yerlere yönelmek, oraya
devam etmek. İnsan, Studgart'a gider, Gemlik'e gider.
İşte bünları düşünerek gidilmez diyorum.
H.S.: Ama kitabınıza göre sorun
sadece "gitmek" fiiliyle kalmıyor.
İnsanoğlunun aya gittiğinin kuyruklu bir Amerikan
yalanı olduğunu söylüyorsunuz. Nereden vardınız bu
kanıya?
J.A.G.: Bakın, gitmek
fiilini hiç de yabana atmayın. Çünkü,
söylediklerimin anahtarı bu sözcük, Kitabımın
anahtar kelimesi. Gitmek dedim, yetinmedim bir de
tanımladım. Bu eylemin ne kadar insani bir eylem
olduğunu vurgulamaya çalıştım. Böyle insani bir
eylem olduğunu vurgulamaya çalıştım. Böyle insani
bir eylemin ay seyahati üzerine kullanılması
ikirciklendirdi beni. Biraz önce söz ettiğim gibi,
Eskişehir'e, Balıkesir'e gider gibi aya gitmekten söz
etti son elli yılda modernler. Yani şuracıkta bir
yermiş ve biz oraya hemencecik varabilirmişiz gibi aya
gitti insanoğlu. Onu, eski betiklerin
tanrısallığından, düşleri binlerce yıldır
sarmalayan esrarından arındırmak için yaptı bunu
modernler. Bu bir siyasettir. Önce Avrupa
Ortaçağı'nı ince bir alayla karikatürize ettiler ve
ardından ince bir siyasetle ve şu aydınlanmacı
kuruntularıyla aya gittiler. Ama şu açıdan yanlış
anlaşılmak istemiyorum. Çünkü çok önemlidir bu.
Ben modernizmin ideolojik tavırlarını çözümlemeye
çalışan bir kuramcı, bir siyasetçi, bir toplum
bilimci değilim. Aya gidilmediğini ise, mecazen
söylüyor, hiç değilim. Tüm gerçekliğiyle
söylüyorum bunu. İnsanların aya gitmiş
olduklarının kuyruklu bir yalan olduğunu söylüyorum.
Hani Armstrong oradan taş, toprak getirir. Bunların
olmadığını söylüyorum.
H.S.: Tarihin, bilimin bir yalanı
olsa da sizin aya gitmiş olduğunuzu nasıl
açıklayacaksınız?
J.A.G.: Ben ateşlenip fırlatılan bir
füzeye bindim, bu füzeyle arşa yol aldığımı
yalanlayacak biri değilim. Bununla beraber, bir gecede,
bir boşlukta yol aldım. Ve bir kumluğa çıktım. Ama
benimle beraber bütün insanların gördüğü, görmek
istediği bir düş müydü, yoksa sahra'nın
tenhalarında bir yermiydi, kesin konuşamayacağım.
H.S.: Yani siz, şimdi aya gitmediğini...
J.A.G.: "Gitmek" yerine
"çıkmak" desek.
H.S.: Nasıl isterseniz. Siz şimdi
aya çıkmadıınızı kesinliğe kavuşturmuş
değilsiniz. Soruma yeterli cevabı alamadığımdan
korkuyorum.
J.A.G.: Bakın korkuyorum dediniz.
Modernlerin can düşmanı olan bir kelimeyi
kullandınız, korkmak . Modernler rasyonaliteyi
kullanıp insanların bu en saf yanını silmeye
kalktılar. Hem onlar kesin ve bilimsel veriler elde
etmek peşindelerken ben size hangi kesinlikten söy
edebilirim ki? Öte yandna ben size aya gittim demiyorum.
Bunu onlar diyor. Ben desem aya çıktım derim. Peki, o
zaman benden kesin birşeyler duymak istiyorsunuz, ben de
size bunu söyleyeceğim. Size Edgar Allen Poe'nun aya
çıktığını söyleyeceğim. Bakın dikkat edin Poe
aya çıktı, diyorum. Oraya vardı. O çok sevdiği
Virgina'sı ile karşılaştı orada. Oturdular,
Virginia'nın saçlarını taradı ve dünyayı
seyrettiler oradan.
H.S.: Evet, kitabınızdaki bu
bölümü anımsıyorum. Melankoli'den, Miraç'tan,
Kanatlı At Burak'tan söz ediyordu yanılmıyorsam.
J.A.G.: Evet, aynen. Bakın . Miraç
gecesi Mescid-i Aksa'dan peygamberi yedi kat göğü
arşınlayıp Allah katına çıkaran Kanatlı At Burak,
tasavvufta Allah aşkını simgeler. Yani kanatlı at,
Allah aşkına, derin imana dönüşür. Gönlün işidir
bu. İşte bu aşkın insanı nerelere çıkaracağını
bir düşünün. Hallac'I düşünün. Ve bu aşkın
Poe'da derin bir melankoli olduğunu biliyoruz. İşte bu
iflah olmaz melankolinin kanatlı atıdır, onu aya
çıkaran. Poe'nun melankolisinin büyüklüğünü
tartışmamımızı ise, "Kuyu ve Sarkaç" ve
"Kuzgun" ne yazık ki engelliyor. Hem tüm
büyükmelankolikler çıkmıştır aya. Hallac-ı
Mansur, Dostoyevski, Columb, Genç Osman, Nietzche,
Makedonya'lı İskender şimdilik aklıma gelenler.
Bunlar aya çıkmıştır, oradan dünyayı
seyretmişlerdir. Ama Armstrong aya gidememittir, modern
dünya aya gidememittir!... Çotturdunuz beni.
H.S.: Anlıyorum. (Burada kahkahayla
gülüyor.) Kitabinızda genel bir bakışla
bakıldığında kitabın bir karşı oluş, bir karşı
tavır olduğunu düşünüyor insan. Bu öfkenin
kaynağı nedir, nereden kaynaklanıyor bu karşı
tavır?
J.A.G.: Bir taşra şehrinde
yaşıyorum ve hiç de genç sayılmam. Hemen her gün
bir kahvede birkaç dostla, iskambil kağıtlarında ve
yerel gazetelerde arıyorum avuntuyu. Dağ evine çekilen
Nietzche'nin öfkesine uzak olsam da yabancı değilim.
Bütün bir Hıristiyan geleneğini düşünün ve hemen
yanına Nietzche'yi koyun. Zerdüşt'ün Hıristiyan olan
herşeye, yani rasyonaliteye ve modern olan şeye nasıl
köpürdüğünü düşünün. Bir papazın oğludur ve
çocukken arkadaşları onu "KüçükPapaz"
olarak çağırmaktadır. Ormanın içindedir yani. Sonra
dışına çıkar, oradan köpürür. Modern tarihin
mihenk taşlarından birine, heyhat, kahramanlık
yapmış olan ben de böyle bir öfkeyle düşünüyor,
böyle bir öfkeyle yaşıyorum.
H.S.: Ay Hatıraları'nın sadece eski
bir astronotun hatıralarından oluşan bir kitap
olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?
J.A.G.: Böyle Buyurdu Zerdüşt ne
kadar eski bir papazın kitabıysa Ay Hatıraları da o
kadar eski bir astronotun kitabıdır.
H.S.: Eski papaz, eski astronot...
Kitabınızda "Eskiden" adlı bir bölümü
hatırladım. Dostoyevski'den bir alıntı da vardı
yanılmıyorsam.
J.A.G.:Suç ve Ceza'da "Çok
üzgünüm, ama çok. Tıpkı bir kadın gibi
üzgünüm." diye yazar. Bu yaşta tüm bu
olanların ardından insan bu itirafa sarılıyor. Mesela
Marco Polo'nun, doğruyu yazan ve evinden hiç
çıkmamış bu hasta adamın son nefesinde aynen böyle
mırıldandığını biliyoruz biz. Çünkü Marco Polo
evinden hiç çıkmamıştır. Jules Verne ne kadar aya
çıkmışsa Marco Polo da o kadar doğuya gitmiştir.
Mısırlı bir şeyh zaman makinasının ayna olduğunu
söyler. Ve Meksikalı romancı Anchuez La Querda'nın
bir romanı şöyle biter: "Akşamın son
ışıkları, tül perdeden süzülerek eski bir
halının motiflerine düşüyor, köşede maundan
aynalı bir dolabı gölgede bırakıyordu."
Mısırlı bir şeyh. Gölgede, maundan aynalı bir
dolap. Dünya çok tuhaf.
H.S.: Peki son kez söylemek
istedikleriniz nelerdir?
J.A.G.: Ne Sovyet Rusya ne de Amerika,
insanoğlu aya gitmemiştir, gidemeyecektir de. Ay yine
eskisi gibi bütün esrarı ile bizi seyredecektir.
Kendimle beraber bu yalanın içindeki astronotları ve
onların en yakın arkadaşları olarak mehteranı
düşünüyorum. Çünkü bir astronotun dünyaya
yabancılaşması kardeştir. Kıyıdayız biz.
Satürn'ü çevreleyen halenin uçlarında karanlık
düşünceler içindeyiz. Oradan ayak ucumuzdaki uzaya
bakıyoruz, o karanlık ağıza. Bir insan aya çıkmaya
ne kadar hazırlanabilir ki? Bunu kafasında nasıl
normal hale getirebilir ki? Bir insan aya çıktımı
kederinden elbette ölebilir. Bu bir astronotta olabilir
Beyaz Kale'nin yazarı da, hiç farketmez. Onlar,
modernler, insanı bilimselliklerine
yabancılaştırmamak için insanı kendisine
yabancılaştırdılar. Mısırlı bir şeyh ve donuk
mavi ışığıyla arsız bir Deep Blue... Dünya çok
tuhaf.
HAFIZ
SAKAL, Nisan 1996, İzmit, Şizofrengi, Mart 1997, Sayı:
26
|